Merakla Başlayan Yolculuk
Hiç düşündünüz mü…?
Bugün sahip olduğumuz her şey; bilgisayarlar, arabalar, uçaklar, uzay yolculukları, elektrik, internet, hatta bu videoyu izlediğiniz telefonlar ve ekranlar bile aslında bir soruyla başladı:
“Acaba bu nasıl mümkün olabilir?”
Merak ettik, soru sorduk ve hayal kurduk. Ve o hayallerin peşinden gidince, dünyamız değişti.
Bebeklik dönemimiz her şeyi elimize alıp, ısırmakla, tadına bakıp keşfetmekle geçer. Biraz daha gelişip konuşabilmeye başladığımızda ise keşif çabalarımızın boyutu da genişler ve sorular sormaya başlarız.
Neden uçamıyorum?
Dünyada kaç insan yaşıyor?
Neden yalnızca çikolata yiyerek yaşayamıyorum?
Neden okula gitmek zorundayım?
Gökyüzü neden mavi?
Ve bunun gibi yüzlerce soru…
Hayatı, dünyayı, insanları ve tüm evreni anlamak için büyük bir merakla sorulan sorular.
Peki sonra neler oluyor da yaşımız ilerledikçe soru sormaktan vazgeçmeye başlıyoruz?
Sorularımızın sayısı neden gittikçe azalıyor ve daha yüzeysel olmaya başlıyor?
Daha da önemlisi gerçekten soru sormayı bıraktığımızda hayatımız nasıl değişiyor?
Şimdi bir an durup düşünelim… Merak etmeyi bırakırsak ne olur? Ve soru sormayarak neleri kaçıyoruz?
Evet, bugün konumuz kanalımızın da adında yer alan “merak etmek” ve “soru sormak” üzerine.
Çocuk – Yetişkin Bakış Açısı Farkı
“Küçük Prens” i okuyanlar hatırlayacaklardır;
Hikayenin kahramanı çocukluğunda çizdiği bu resmi yetişkinlere gösterir ve onlara korkup korkmadıklarını sorar.
Aldığı cevaplar ise “bir şapkadan neden korkalım” şeklinde olur.
İyi de o bir şapka değil ki der çocuk her seferinde, “fil yutmuş bir boa yılanı” o.
“Büyüklere de her şeyi açık açık anlatmak gerekiyor” diye söylenerek daha rahat anlayabilsinler diye resmi bir de açık olarak çizer. Bir taraftan da yetişkinlere bir şeyleri açıklamak bir çocuk için ne kadar sıkıcı ve zor diye düşünür.
Bu hikaye olaylara bakışımızın yıllar içinde nasıl değiştiğini ve düşüncelerimizin bir çerçevenin içinde sıkışıp kaldığını gösteren güzel bir örnek olarak hep aklımda kaldı.
Peki nereden geliyor düşüncelerimizi daraltan bu çerçeve? Bu çılgınca merakımız nasıl oluyor da kaybolup gidiyor ve soru sormaktan vazgeçiyoruz?
Merakın ve Soru Sormanın Hayatımızdan Çıkışı
Bilgiye tamamen aç olduğumuz ve gece başka sorularla yatıp sabah başka sorularla kalktığımız bu günleri okul günlerimiz takip ediyor.
Yürütülen bir araştırmaya göre, çocukların ilkokula başlamasıyla birlikte soru sorma oranında önemli bir düşüş görülüyor. Peki ama neden?
Bir öğrencinin okuldaki başarısı, onun sınav sonuçlarıyla doğrudan ilgilidir. Böyle bir ortamda sınavda doğru cevapları vermek, iyi bir soru üretmekten daha önemli hale geliyor.
Ezbere dayalı eğitim, arkası gelmeyen sınavlar… Ve o sınavlarda başarılı olabilmek için sürekli yüksek not alma baskısı altında olan öğrenciler, her zaman “neden” diye soracak zamanı bulamıyor.
Soru sorma alışkanlığımızı önemli ölçüde yok eden etmenlerden birisi de korkularımız ve çekincelerimiz.
Okulda arkadaşlarımız bizimle “dalga geçmesin” diye soru sormaktan çekinebiliyoruz. Aynı şekilde iş yerinde bir toplantıda anlamamış gibi görünmemek, “aptal durumuna düşmemek” gibi nedenlerle soru sormaktan kaçınabiliyoruz.
Bunlar zamanla bir alışkanlık haline geliyor ve artık kendi kendimize kaldığımızda bile sorular sormamamıza neden oluyor.
Çevremizde özellikle de çocukken, yeni keşifler yapmak için ihtiyaç duyacağımız merak tohumlarını içimize atacak insanlar yoksa ve bunu kendimiz de yapamadıysak, bu yeteneğimiz her geçen gün köreliyor.
Ve yıllar ilerledikçe o saf, keşif sorularımızı büyük ölçüde kaybedip, gündelik rutinlerimizi kabul ederek hayatımızı çoğunlukla “otomatik pilot”ta devam ettirmeye başlıyoruz. Programımıza göre hareket eder düşünmeden tepki gösteririz.
Çevremizdeki olaylar tarafından kontrol edilmek yerine kendi isteğimiz ile bilinçli yollar oluşturmanın yolu ise doğru soruları sormaktan geçer…
Hani yabancı dille ilgili bir tabir vardır ya “derdimi anlatacak kadar biliyorum” diye. Merak duygusu ve sorgulama yeteneği gelişmemiş olanlar tam da bu şekilde hayatlarını devam ettirmeleri için yeterli olacak minimum bilgiyle, dünyada olan biteni sorgulamadan, araştırmadan, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisini kurmadan ve açıkcası bunları pek de umursamadan yaşamlarını sürdürürler.
Sorular ve Sorgulama Üzerine
“Kelimelerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız” demiş Konfüçyüs.
Bu şahane söze ufak bir değişiklik yaparak bir de şu şekilde bakmanızı istiyorum;
“Soruların gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız.” ///Bu da thumbnail de yer alabilir.
Soruların yaşamımızı değiştirme gücü, cevaplardan çok daha fazla.
İçinde yaşadığımız dünya tam anlamıyla bir bilgi havuzu. Ortada bir sürü cevap var. Biraz da bu yüzden soru sorma kabiliyetimizi kaybediyoruz. Biz daha bir şey sormadan karşımıza başka şeylerin cevapları geliyor. Hem de binlerce…
Böyle bir dünyada “her şeyi bildiğimizi” sanmak ve “tüm cevaplara sahip olduğumuzu düşünme tuzağına” düşmek bir hayli kolay oluyor.
Peki ama bildiğimiz bu cevaplar ya doğru değilse.
“Sokrates” in o meşhur sözü tam olarak burada devreye giriyor;
“Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez”
Felsefenin yani “bilgelik sevgisi”nin doğuşu ile insanlar varoluş, iyilik, doğruluk, mutluluk, erdemler gibi kavramları aramaya, bunun için de sorular sormaya başladı.
Ve şunu fark ettik ki:
Soru sormadan ilerlemek mümkün değil. Soru yoksa düşünce de yok.
Düşünce yoksa değişim yok. Ve değişim olmadığında hayat sadece tekrar eden bir döngüden ibaret.
Aslında sormamız gereken temel soru çocukluğumuzdan beri hiç değişmiyor.
“Neden?”
Neden bu dersi alıyorum? Neden bu işte çalışıyorum? Her gün yaptığım bu faaliyetleri ‘neden’ yapıyorum? Neden işe bu yoldan gidiyorum? Neden bunu seviyorum ve neden bunu sevmiyorum?
Yine önemli düşünürlerden Descartes “Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan bir kez bile olsun her şeyden şüphe et.” diyerek benzer şekilde bildiklerimizi ya da bildiğimizi sandıklarımızı sorgulamanın önemine değinmiştir.
Çağımızda eksik ve yanlış bilgiler o kadar yaygın ki, bildiklerimizi de “ben bunu nereden biliyorum diye” sorgulamak gerekiyor. Bunu alışkanlık haline getirdiğimizde doğru bildiğimizi sandığımız şeylerin yanlış olabileceğini görebiliyoruz.
Bununla birlikte hızla değişen varlıklar olduğumuzu da unutmamalıyız. Bugünkü fikirlerimizle yarınki fikirlerimiz arasında büyük farklar olabilir. O yüzden bazı kavramları tekrar tekrar yorumlamakta da fayda var. Bu değişimi görmek için uzun süre önce okuyup sevdiğiniz bir kitabı tekrar okumayı ya da beğendiğiniz bir filmi yeniden izlemeyi deneyebilirsiniz. Bakış açınızın ne kadar değişebildiğini görmek sizi bir hayli şaşırtacak.
Peki Neden Soru Sormalıyız? “Soru Sormak – Merak İlişkisi”
Soru sormak tıpkı geçmişimizde olduğu gibi türümüzün gelecekteki başarısı için de hayati öneme sahip ve soru sormak için bir çok nedenimiz var!
1-Sorular yaratıcılığımızı ateşler ve yeni fikirleri harekete geçirir.
Soru sormak yaratıcılık için olmazsa olmazdır. Yeni fikirleri harekete geçiren, olaylara farklı bakabilmemizi sağlayan ve bunun neticesinde insanlığı bugüne kadar geliştirmiş ve bugünden sonra da geliştirecek olan şey budur.
Ve insanlık için her zaman sorular cevaplardan daha önemli olmuştur. Çünkü cevaplar varlıklarını sorulara borçludur.
Cevaplar düşünmeyi sonlandırır, sorularsa ateşler. Cevap adeta konuyu kapatmak gibidir. Soru ise yeni konular açmak.
Albert Einstein “Bir insanın zekası verdiği cevaplardan değil; sorduğu sorulardan anlaşılır.” demiş.
Hayatta fark yaratan da tam olarak bu. Farklı bakabilmek; ‘Bunu nasıl daha iyi yapabilirim’ diye düşünmek.
Az önce bahsettiğimiz gibi içinde bulunduğumuz dönem bilgiye ulaşmak açısından tarihimizde hiç olmadığı kadar bereketli bir dönemdir. Ama bu uçsuz bucaksız bilgiler parça parça verimli değiller. Önemli olan onları yeni bakış açıları ile birleştirerek farklı fikirler üretmek, konular arasında yeni bağlamlar yaratabilmektir.
Evet, bir elmanın düşüşünü herkes görmüştü. Ama Newton bir farkla baktı: “Neden düştü?” dedi. İşte o gün yerçekimi keşfedildi.
Galileo gökyüzünü teleskop ile incelerken sadece yıldızlara bakmakla kalmadı. “Evren sandığımızdan farklı olabilir mi?” diye sordu.
Ve bilim gelişmeye başladı.
Her yeni icat, her yeni keşif…
Hepsi bir hayalle başladı.
Uçmak, aya gitmek, otonom araçlar, nesnelerin interneti…
Bugün yapay zekâdan genetik bilime kadar ne varsa, birilerinin hayal kurduğu, “ya olursa?” dediği için var.
Gerçek bir yaratıcılık için öncelikle çocuksu zihniyetimize geri dönüp “neden” sorusunu sormamız gerekiyor. Bir konuyu, gerçekliği, durumu anlamamız için atmamız gereken ilk adım “neden” diye sormaktır. Bu sorunun gücü, karmaşık sorunların temeline inebilme yeteneğinde yatıyor.
2-Sorduğumuz her soruda bilmediklerimizin farkına varır, yeni meraklara yelken açarız
Albert Einstein; “Özel yeteneklerim yok. Sadece tutku derecesinde merak sahibiyim.” demişti. Tarihten günümüze insanoğlunun bilgisini sürekli geliştirmesindeki en önemli etkenlerden biri merak unsuru olmuştur.
Soru sormanın bir diğer faydası da sorduğumuz her soru ile neyi bilmediğimizin ve neyi gerçekten öğrenmek istediğimizin farkına varmamızdır. Sorularımızı izlemek kendimizi keşfetmek için de güzel bir fırsattır. Neleri merak ettiğimizi inceleyerek hobilerimizi, ilgi alanlarımızı öğrenebiliriz.
Öğrendiğimiz her yeni bilgi, bilgi boşluklarımızı doldurur ve her doldurduğumuz boşluktan sonra da daha önce farkında olmadığımız yeni boşluklarımız olduğunu keşfederiz. İnsanlık tarihindeki büyük yeniliklerin ortaya çıkmasına sebep olan süreç tam da budur.
Soru sormak ile merak etmek arasında iki yönlü birbirini güçlendiren bir ilişki var. Merak edip soru sordukça yeni şeyler öğreniyor, yeni şeyler öğrendikçe de başka şeyleri merak etmeye başlıyoruz.
3-Sorularımız sayesinde kendimize yeni ufuklar açar ve sorgulamayı öğreniriz.
Hayatta ihtiyaç duyduğumuz cevapları alabilmenin tek yolu doğru soruları sormaktan geçer.
Doğru sorular, sorunları tespit etmemize, çözümler bulmamıza ve çözümleri gerçeğe dönüştürmenin yollarını görmemize yardımcı olur.
Konular arasında yeni bağlamlar oluşturup, neden-sonuç ilişkisi kurmamızı sağlar.
Ve böylece parçaları birleştirerek bütüne dair daha kapsamlı düşünebiliriz.
Kendimizle olan iletişimimizde de güçlü sorular sorarak daha mutlu, daha doyumlu ve daha başarılı olabiliriz.
Hayat amacımızı bulmamızı sağlayan şey, kendimize sorduğumuz sorulardan başka bir şey değil.
4-İlişkilerimiz sorularımız ve merakımız ile gelişir.
Doğru soruları sormak iletişimi artırır ve yanlış anlaşılmaları engeller.
Bir doktorun hastasını muayene ederken, bir hakimin karar verirken ya da bir öğretmenin öğrencisine ders anlatırken soru sorması gerekiyor. Bir mimarın projesini çizmeden önce ihtiyaçları bilmesi, bir kuaförün müşterisinin nasıl bir saç modeli istediğini doğru anlaması bunun için de sorular sorması gerekiyor.
Birbirimizi gerçekten anlayabilmek ve doğru iletişim kurabilmek için de soru sormamız gerekir.
Soru sormak, merak etmek, ilgilenmektir. İlgilenmek ise bağ kurmaktır.
Bir insana “onu sevmediğinizi” söylemek kadar kötü bir söz varsa o da “onu merak etmediğinizi” söylemektir.
Çocuklarımızla, ailemizle, dostlarımızla yaptığımız iletişimde onlar için duyduğumuz gerçek bir merak ile tetiklenen derin sorular var.
Bugünlerde ilişkilerimiz derinleşmiyor çünkü çoğu zaman artık soru sormuyoruz.
Karşımızdaki kişiye sormak yerine kendi varsayımlarımıza inanıyoruz.
Önyargılarımız, sorularımızın önüne geçmiş durumda.
Anlamak ise bir çocuk gibi merak ettiğimizde ve soru sorduğumuzda başlıyor.
Sevdiğiniz bir arkadaşınızla yaptığınız konuşmayı düşünün. Karşılıklı sorular ve cevaplarla sohbetiniz akıp gidiyor ve birbirinizi gerçekten anlıyorsunuz.
Empati kurmanın temelinde de “Acaba o ne hissediyor?” sorusu yok mu?
5-Bütün kararlarımızı sorular sorarak veriyoruz.
Soru sormak bize odaklanma ve düşünme fırsatı verir.
En basitinden en zoruna, verdiğimiz tüm kararlar için sorular soruyoruz.
Örnek olarak üzerinizde şu an giymiş olduğunuz kıyafetleri düşünün. Üzerinizdeki şeyler kendinize sorduğunuz “ne giysem”, “nereye gidiyorum”, “ne yapacağım”, “hava nasıl” gibi sorularınızın cevabı. Yani bu sorulara yazılı ya da sözlü olarak değil, “giyili” olarak cevap vermiş durumdasınız. 🙂
Üniversitede okuyacağınız bölüme, çalışacağınız işe, yaşayacağınız şehre, evleneceğiniz kişiye karar vermeden önce sorduğunuz soruları düşünün.
Ne kadar güçlü ve doğru sorular sorarsanız vereceğiniz kararlardan o kadar mutlu olursunuz.
Mutluluk videosunda bahsetmiş olduğumuz ‘kendini tanıma’ ve ‘hayat amacını bulma’ çalışmaları da kendimize sorduğumuz sorular ile ilerleyen süreçler.
Kendimize doğru soruları özellikle de “gerçekten ne istediğimizi” sormadan, ulaşmaya çalıştığımız şeyler bazen gerçekten istediğimiz şeyler olmayabilir.
Kariyerinizi bir dağa tırmanmak gibi düşünün. Başkalarından önce zirveye ulaşmaya çalışırken zirveye “neden” tırmanmaya başladığınızı unutabilirsiniz. Çevrenin baskısı ile sorgulamadan bir yola girmiş, belki de sizin için bir anlam ifade etmeyecek unvanlar için çalışmış olabilirsiniz.
Dağa tırmanırken döktüğünüz onca ter, harcadığınız onca zaman ve emekten sonra aslında zirveye ulaşmakla hiç ilgilenmediğinizi fark etmek hayal kırıklığı yaratabilir.
Ne istediğiniz üzerine düşünmek ve bu doğrultuda kendinize soracağınız soruları dürüstçe cevaplamak, eylemlerinize amaç katar ve hayatınıza anlam kazandırır.
Neden bildiğimiz, bilmediğimiz herşeyi sorgulamamız gerekir ve yeterince sorgulamazsak neler olur?
İnsanlık olarak bütün ilerlememizi, gelişimimizi sorular sorup bunlara cevaplar vermeye çalışarak bulduk.
Bundan sonra da daha iyiye ulaşmak için yapmamız gereken şey bu. Hem bireysel olarak kendi hayatlarımızda hem de kolektif olarak tüm dünyamız için soru sormayı asla bırakmamalıyız.
Bizi gerçekten eşsiz kılan ve diğer tüm canlılardan ayıran şey, içimizde doğuştan gelen soru sorma isteği ve yeteneğidir.
Bilgi kirliliği içinde bulunduğumuz çağın en büyük tehlikelerinden biri.
Her duyduğumuza, her okuduğumuza hemen inanmamamız gerekiyor.
Bu bilgilere nereden sahip olduğumuzu, bilginin güvenilir bir kaynaktan gelip gelmediğini sorgulamalıyız.
Yanlış bilgilerin doğru bilgilerden çok daha hızlı bir şekilde hareket ettiği bir dönemdeyiz.
Çağımızın en büyük tehlikelerinden birisi de “manipülasyon” lar.
İyi niyetle bile pek çok iletişim kazası, yanlış anlamalar yaşanabiliyorken bir de bunun bilerek, kasıtlı olarak ve ustalıkla yapılabildiği bir dönemde yaşıyoruz.
Yapay zekanın da desteği ile gerçek olmayan bilgiler üretilip, bunlarla sosyal mühendislik faaliyetleri yürütülerek, kitleler istenilen şekilde yönetilebiliyor.
İşte tam da bu yüzden “sorgulamayı” asla bırakmamalıyız.
Tarihteki en karanlık dönemlere baktığımızda merak etmenin, sorgulamanın yasaklandığı, soru soranların cezalandırıldığı zamanları görüyoruz.
Düşünmenin tehlikeli sayıldığı, farklı düşünenlerin cadılaştırıldığı ve birçok bilim insanının bilgi üretme sevdası neticesinde ülkelerinden sürgün edildiği, canından olduğu dönemler.
Bu zor dönemlerde bilgisel gelişim büyük darbe aldı, toplumlar ahlaki ve kültürel çöküşler yaşadı ve insanlar yalnızca itaat etti.
Bugün bile bazı sistemler, bireylerin soru sormasını istemiyor.
Merak etmeyen birey rutinleşir, körelir, potansiyelini kaybeder ve kolayca yönlendirilir.
Ama merak eden kişi, güçlenir, özgürleşir.
Ve insana da “özgür” olmak yaraşır.
Merak Etmeden Geleceği Kuramayız
Bugün merak etmemiz ve üzerinde düşünmemiz gereken o kadar çok şey var ki:
“Nasıl daha iyi insanlar olabiliriz?”
“Nasıl daha anlamlı bir hayat yaşayabiliriz?”
“İklim değişikliği nereye gidiyor?”
“Yapay zekâyı nasıl doğru kullanırız?”
“Çocuklarımıza nasıl daha iyi bir dünya bırakabiliriz?”
Sorgulayamayan, dikkatini toplayıp, odaklanamayan bir insanlık tehlikesi ile karşı karşıyayız. Yapay zekanın da gelişimi ile insanlık hiç olmadığı kadar “manipülasyona” açık bir hale geliyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmediğimiz, algoritmalar tarafından yönetildiğimiz bir dünyaya evriliyoruz.
Sorularla dolu bir dünya olanaklarla, yeniliklerle dolu bir dünyadır. Her soru başka bir kapının anahtarıdır. Ve her kapının arkasında farklı yollar, başka başka kapılar, maceralar bizi bekler.
Eski Roma İmparatoru, Stoacı Filozof Marcus Aurelius çok güzel söylemiş;
“Her nerede yaşıyorsanız yaşayın. Eğer orada yaşamak mümkünse, iyi yaşamak da mümkündür.” Marcus Aurelius
Vaktinden Önce Mutsuz Olma – Sy.121
Doğru soruları sorduğumuzda daha iyi yaşamlara kavuşacağız!
En son ne zaman bir şeyi gerçekten merak ettiniz?
Ve bir sorunun peşinden tutkuyla gittiniz?
Belki de bugün, yeni bir soru sorma günü. Her şey küçük bir “Neden?” sorusu ile başlar.
Ve bazen, o küçük “neden”… koca bir hayatı değiştirir.
Mehmet Can Karadeniz